“Hamdım, piştim, yandım” der sevgili Mevlana Celaleddin Rumi. Bu derin söz, aslında insan olmanın, bilginin peşinden koşmanın ve nihayetinde bir dönüşümden geçmenin ta kendisidir.
Geçen yazımda su elementiyle ilgili görüşlerimi anlatmıştım.
Şimdi ise kalemim, içsel bir çekimle beni ateş elementine doğru yöneltti.
Sanki kalemim ve ateş içimde bir bütün oldu; kalemim adeta alev alev yandı, ellerimden kelimeler damla damla aktı.
Çünkü kalem, gözle görülemeyeni, hissedileni, içimizde saklı olanı görünür kılan güçlü bir araçtır.
O, bazen bir dert anlatma vasıtasıdır, bir arzuhaldir.
Bazen de zihnimizi aydınlatan, bize yol gösteren ilimdir. En önemlisi de harekete geçiren, kıvılcım saçan bir güçtür.
Ateş deyince aklımıza ne gelir?
Genişleme, yayılma, etrafına ışık saçan bir parlaklık, sıcaklık, hiç durmayan bir hareket ve canlılık... Düşünsenize, sobada yanan odunların çıtırtılarını dinlemeyi ya da dans eden alevleri izlemeyi çoğumuz severiz.
O alevlere bakarken içimizde bir şeyler değişir, ruhumuz arınır sanki. İşte şu an elimdeki kalemden akan yazılarla ben de öyle hissediyorum; sanki dünyaya dair her şeyden sıyrılıyor, hafifliyorum.
Derin bir nefes alıyorum; içimden yukarı doğru, kalemime doğru bir enerji dalgası tüm vücudumu kaplıyor. Bu, yaşam enerjisiyle dolmak gibi bir şey. Bu enerjiyle cesaretle yazmaya devam ediyorum.
Ateş, sadece bir ısı kaynağı değildir; o aynı zamanda aydınlanmadır, bilgeliktir, hakikati görmektir. Tıpkı karanlık bir odayı bir mum ışığının aydınlatması gibi, ateş de içimizdeki kör noktaları aydınlatır.
Güçlü bir iradeyi, cesareti ve tutkuyu simgeler. Örneğin, bir işte zorlandığımızda, içimizdeki o ateş bizi motive eder, engelleri aşmamızı, zorluklarla yüzleşmemizi ve hedeflerimize ulaşmamızı sağlar.
Kalemle ulaştığımız bilgi ve edindiğimiz güç, tıpkı bir çıra gibi, içimizdeki bu ateşi tutuşturan bir kıvılcımdır.
Bu ateş, bizi aydınlatır, olayları daha iyi anlama yeteneğimizi açar ve idrakımızı artırır.
Örneğin, bir konuda araştırma yaparken, okuduğunuz her yeni bilginin içinizde bir ışık yaktığını hissetmez misiniz?
İşte o, bilginin yaktığı bir ateştir.
Şems-i Tebrizi'nin de dediği gibi, gerçek aşkı ve manevi birleşmeyi arayan bir ruh, ilahi ilhamla dolar. Bu ilham, kişinin içindeki bir ateş gibi onu yazıya, şiire, hikmete yönlendirir. Tıpkı bir ozanın yüreğindeki acıyı ya da sevinci dizelere dökerken kalemin bir köprü olması gibi. Kalem, bu içsel yanışın, bu derin tutkunun dışa vurulma aracıdır.
Mevlana’nın "Hamdım, piştim, yandım" dizesindeki "yandım" hali, aslında kontrolsüz bir ateşi değil, dönüşümün getirdiği aydınlanmayı ifade eder. Peki, bu güçlü elementi nasıl dengeleyip, potansiyelini yapıcı yönde kullanabiliriz?
Ateş elementinin yükseldiğini hissettiğimizde durmak, derin nefes almak ve farkındalıkla kendimizi gözlemlemek ilk ve en önemli adımdır. Bu güçlü elementi dengede tutmak için bol su içmek, doğada vakit geçirmek, toprağa basmak veya bahçe işleriyle uğraşmak gibi yöntemlerle enerjimizi topraklayarak içsel dengeyi sağlayabiliriz. Ayrıca, ateşin verdiği gücü sanatsal faaliyetlere ve fiziksel aktivitelere yönlendirebiliriz. İlişkilerimizde ise dinlemeyi, empati kurmayı ve uzlaşmayı öğrenmek, ateşin yakıcı etkilerini yumuşatır.
Mevlana’nın "piştim" dediği gibi, her deneyim bizi daha olgunlaştırır ve içimizdeki ateşi daha dengeli hale getirir. Bu dengeyle hayatımıza daha fazla huzur, odaklanma ve yapıcı bir güç katabiliriz.
Sevgiyle, dengeyle ve güzellikle kalın.