19-07-2020 15:36:00

Bir Bilge der ki; Savaş-ma, barış BEN’le…

Hayatı merak ediyorum, okuyorum, deniyorum ve birde ölçmeye çalışıyorum.

Baktım ki ölçemiyorum, akışa teslim olmayı seçiyorum.

Hayatın öğrencisi olmanın tadını çıkarmak çok büyük bir keyif haline dönüşüyor.

Zor gelen zamanlar da oluyor tabi.

Çok sevdiğim, yoruldukça saklandıklarım, neşe ile coştuklarım, kızgınken sakinleştiklerim, yalnızken sarıldıklarım ve üzgünken ağladıklarım oluyor çokça herkes kadar.

Buraya varışım savaşlarımdan.

Kapıyı bana en sevmediklerim açtı örneğin...

Her savaş bir kayıptır ve kazananı da yoktur!

Kendinle bile savaşsan kazanamazsın.  

Başkalarıyla da savaşsan egon kazanır, sen kazandım zannedersin.

Bedenin gerilir (stres) itiraz eder.

Ruhun ‘’Benim burda ne işim var?’’ der, kaçmak ister.

 

Savaşmaları hep zamana bıraktım.

Nasıl savaşılır bilemedim.

İzledim. Dinledim. Bekledim.

Savaşmak hep lüzumsuz geldi. Kendimle yarıştım çokça.

Yarışı kazanan kaplumbağa gibi…

Kaplumbağa yarışı kazandıran, tavşandan hızlı oluşu değil, istikrarlı ve disiplinli oluşu ve elinden gelenin en iyisini yapması değil mi?

Bu yüzden belki de sığamadım savaşmalara.

Şimdi anlıyorum ki; savaştığımız her konunun ardında aslında haklı olmaya olan ihtiyacımız yatar.

‘’Bu bir ihtiyaç değil, zaten haklıyım’’ diyenler de buradadır eminim.

Hayatla en çok savaşanlar, hep çok haklı olanlardır.

En çok haksızlığa uğradığını düşünenlerdir.

Empatiye tam da bu anda ihtiyacımız var.

Bu haklı olma ihtiyacından çok öte, gerçeği görme isteğidir.

Neden savaşa düştüm?

Neyi kaçırdım?

Burada göremediğim gerçek ne?

Hangi çıkarlara, hangi haklara, hangi isteklere cevap verilmedi?

Ve benim buna neden ihtiyacım var?

Peki ya en son kendiniz ile ne için savaştınız?

“O kırmızı t-shirtü almalıyım, almamalıyım”,

‘’Bu pastayı yemeliyim, yok yok kaç kalori yememeliyim”,

“Zeynep’e günaydın desem ne güzel olur, yok dememeliyim, sonra havalara girer”,

“Bu işi bırakıp başka sektöre geçsem, ya başaramazsam yok yok iyi burası”,

“Ya Ahmet bana laf mı attı, dur sen ben gidip şuna bir haddini bildireyim, yok yok belli ki canı sıkkın sonar dertleşiriz biz onunla.’’

Bu paragraph sonsuz olasılıklarla devam eder…

İşte tam dab u yüzden,

Dünyada savaşların bitmesini istiyorsak; once kendi iç savaşlarımızı bitirmeliyiz.

Önce OL-ANları anlamalıyız, şefkatle kucaklamalıyız, sonra egoyu, zihni, sonra komşunu, çalışma arkadaşını, sonra en çok en sevmediklerimizi.

 

Sen kendinle barışmadan, hayat seninle barışmayacak!

  Bu yazı 3564 defa okunmuştur.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
HABER ARŞİVİ
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI